Prof. Dr. Oğuş, aort anevrizmasının ciddi komplikasyonlara yol açmadan önce hiçbir belirti vermeyeceğine dikkat çekti.
Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Noyan Temuçin Oğuş, “Zamanında teşhis konulup, zamanında tedavi edilmesi gereken bir sorun olan aort anevrizmalarında gecikme, hayati risk oluşturabiliyor. Aort dediğimiz ana atar damarının farklı nedenlerle belirli bir çapı aşıp, genişlemesiyle ortaya çıkan bu durumda, hastada bir şikâyet görülmeyebilir” şeklinde konuşarak konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
“AORT DUVARI İNCELEREK GENİŞLEMEYE BAŞLAR”
“Çıkan aort damarının çapı ortalama boy ve kiloda olanlar için 28-32 milimetredir. Bu çapın artarak aortun aşırı derecede genişlemesine anevrizma diyoruz” şeklinde bilgi veren Prof. Dr. Oğuş, sözlerine şöyle devam etti:
“Aort, içinde tansiyon dediğimiz kan basıncı vasıtasıyla, dokulara oksijenlenmiş kanı taşımakla görevli bir organımızdır. Bu basınca direnebilmesi için, aort duvarında ikroskobik düzeyde, düzgün dizilimli esnek ve sağlam bağ dokusu lifleri içerir. Bu lifler, bazı hücresel ve enzim faaliyetleriyle biryandan parçalanıp moleküllerine ayrılırken, biryandan da yeniden imal edilerek sürekli yenilenirler. Bağ dokusunu ilgilendiren bazı genetik hastalıklarda, arteritlerde, damar sertliği hastalığında, bu liflerin yıkımı devam ederken, yeniden oluşturulma işlevi aksar, aort duvarı incelerek genişlemeye başlar.
Normalde üç yapraklı olan aort kapağın, doğuştan iki yapraklı olması (biküspid aort) da çıkan aort anevrizmalarının çok sık görüldüğü bir durumdur, genellikle de aort anevrizmasıyla birlikte seyreder. Kapağın kendisi çoğu zaman orta yaşlara kadar sorun yaratmaz. Bazen de darlık ve/veya yetmezlik (kapağın kapanamayıp kanı geriye kaçırması) tarzında bulgular verir. Komplikasyonlar, incelmiş aort duvarında dışa doğru yırtılması (rüptür) ya da aort duvarını oluşturan katmanların birbirinden ayrışarak (diseksiyon) organlara giden dalların tıkanması şeklinde olur. Her ikisi de ani yaşam kayıplarına neden olabilir.”
RASTLANTISAL ŞEKİLDE FARK EDİLEBİLİYOR
Başka bir şikâyete yönelik yapılan tetkiklerde de rastlantısal olarak ta teşhis konulabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Oğuş, “Örneğin bir akciğer enfeksiyonu şüphesiyle çekilen Bilgisayarlı Tomografiyle (BT) aortun genişlediği görülebilir. Bazen de aort kapakta oluşmuş olan bir darlık ya da yetmezliğin üfürümü duyulur ve hasta kardiyolojiye yönlendirildiğinde kapak hastalığı ve anevrizma teşhisi konulabilir. Teşhis sonrasında aort genişlemesi 3-6 aylık aralarla EKO veya daha iyisi BT çekilerek izlenir. Aort belirlenen çapa geldiğinde ya da 6 ay arayla 3 mm yi aşan genişlemelerde, çapın cerrahi sınır olan 50 mm ye ulaşması beklenmeden de hasta ameliyata verilir” dedi.
Bunun yanında, Marfan Ehlers-Danlos sendromu; Anüloaortik ektazi gibi doğuştan bir takım bağ dokusu bozukluğu hastalıklarında da erken yaşlarda aort ve diğer atardamarlarla ilgili anevrizmaların oluştuğunu da hatırarak, “Bu tür hastalıklarda diseksiyon ve rüptür daha erken yaşlarda gelişebilir ve bu nedenle cerrahi sınırlara ulaşmadan ameliyat edilirler” diye konuştu.
CİDDİ KOMPLİKASYONLARA NEDEN OLABİLİYOR
Hastalığın bu belirtisiz seyrinin riski artırıcı bir unsur olduğuna işaret ederek, “Fark edilmeyen anevrizma, eğer yırtılmazsa, 7-8 santimetreyi ulaşıp ancak çevre organlara bası yaptığında, yutma güçlüğü ya da nefes darlığı yaratabilir. Aortun daha ileri kısımlarında anevrizma oluşumu varsa, örneğin kol ve beyin damarlarının çıktığı bir sonraki Arkus Aort bölgesinde anevrizma oluşmuşsa, komşuluğundaki nefes borusuna ve yutağa bası yaparak nefes darlığına, yutma güçlüğüne daha erken safhada neden olabilir. Karın içinde iç organlarda bası şikayetleri olabileceği gibi, hasta karnında nabzının attığını hissedebilir, hatta karnındaki kitleyi fark edebilir. Özellikle zayıf bir hastada kitlenin üzerinde nabzının attığı gözle dahi görülebilir” ifadelerini kullandı.
“YIRTILMA OLAN BÖLGEDE ÇOĞU ZAMAN ŞİDDETLİ BİR AĞRI DUYULUR”
Prof. Dr. Oğuş, sözlerine şöyle devam etti:
“Çıkan Aort, kalbe komşu olarak kalp kesesi içinde yer alan bir organımızdır; bunun yırtılması kalp kesesi içine kanın süratle dolması, birkaç dakika içinde yaşam kaybı ile sonuçlanabilir. Aortun bu bölgedeki seyrinde çevresinde kanamayı engelleyici; dıştan baskı yaratabilecek bir doku bulunmaz, bu nedenle anevrizmaların en sık komplikasyon ve yaşam kaybıyla sonuçlanan bölgesidir. Bu bölgede bağ dokusu hastalıkları ve Biküspid Aort hastalıkları esas nedenler olarak kabul edilir. Kol ve beyin damarlarının çıktığı Arkus Aort bölgesinde, nispeten daha kalın bir dış tabakaya sahip olduğu için, yırtılma esnasında hayatta kalma ve hastaneye yetişebilme olasılığı daha yüksektir. Bu bölgenin de daha uzağında bulunan sırasıyla göğüs ve karın aort bölgeleri de nispeten kalın bir dış tabakaya sahiptirler ancak yırtılma sırasında göğüs ya da karın boşluklarına açılabilir ve dakikalar içinde yaşam kaybıyla sonuçlanabilirler. Yırtılma olan bölgede çoğu zaman şiddetli bir ağrı duyulur ve özellikle kan kaybı önemli miktarlara ulaşırsa hastada şok tablosu meydana gelir.
Yırtılma ya da diseksiyon oluşumunda hastaların yüzde 70’inden fazlası olay esnasında hayatını kaybetmektedir. Hayatta kalan hastaların çoğu, acil ameliyata alınmadığı taktirde takip eden 1-2 saat içinde kaybedilir. Acil ameliyat gerektiren bu safhada hem komplikasyon hem de mortalite riski, vaktinde; ‘’Aort dokusu hasara uğramadan’’ yapılan ameliyatlarla göre; 5-6 katına çıkmaktadır.”
GENÇLERDE GÖRÜLEN ANEVRİZMADA GENETİK ÖZELLİKLER ÇOK ETKİLİ
Erken yaşta görülen aort anevrizmaları ile bilgi veren Prof. Dr. Oğuş, “Erken yaşta genetik bağ dokusu hastalıkları, 30-35 yaş sonrası biküspit aort kapağa bağlı oluşan aort anevrizmaları, ileri yaşlarda gördüğümüz anevrizmalarda ise bazen aort kapak hastalıkları, çoğu zaman da ateroskleroz dediğimiz damar sertliği sorumludur. Kısaca her yaşta görülen anevrizmalarda, genetik özellikler ilk sıradadır” diye konuştu.
AİLESİNDE ERKEN ÖLÜM VE KALP KRİZİ OLANLAR… KONTROLLERE DİKKAT!
Prof. Dr. Oğuş, her yaş dönemi için son derece önemli olan bu konuda alınması gereken önlemler ve kontrollerin sıklığı konusunda şu bilgileri verdi:
“Her çocuk, mutlaka bir ‘çocuk hastalıkları uzmanı bir hekim’ tarafından kalp ve damar sistemi açısından değerlendirilmeli ve büyüme çağı boyunca takip edilmelidir. Kalp ve damar sisteminde bir anormallik fark edildiğinde ‘çocuk kardiyolojisi uzmanı bir hekim’ tarafından değerlendirilmeli, gerekiyorsa takibe alınmalıdır.
20-35 yaş arası, kalp ve damar hastalıkları açısından nispeten güvenilir süreç olmakla birlikte, bağ dokusu anomalisiyle seyreden sendromların da en çok bu yaşlarda görülebildiği unutulmamalıdır. Böyle bir hastalığa bağlı göz bozuklukları, eklem ve omurga deformiteleri, uzun kol ve bacaklar, damak şekil bozuklukları; aşırı esnek eklemler ki bunlar en çok parmak eklemlerinden belli olur; bu gibi durumlarda bu gençlerin de bir kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilmeleri çok önemlidir.
Ailesinde bir özellik bulunmayan, hiçbir şikâyeti olmayan ‘’sağlıklı özgeçmiş ve ailevi geçmişi’’ olarak kabul ettiğimiz insanlarımızda kadınların 45, erkeklerin ise 40 yaşından itibaren kardiyolojik periyodik muayene ve tetkiklerden geçmesi koruyucu hekimlik açısından yerinde olacaktır. Damar sertliği gibi en çok ölüme neden olan hastalığın erken teşhisine imkân tanıdığı gibi, aort anevrizması gibi hiçbir şikâyet yaratmadan sinsice ilerleyerek, ani ölümlere yol açabilecek hastalıkların da erken teşhisine imkân tanıyacaktır.
Ailesinde, akrabalarında, sebebi belirlenmemiş dahi olsa, ‘erken ve ani ölüm’ olan kişilerin, ‘’potansiyel kalp hastası’’ olabileceği her zaman akılda tutulmalı, kardiyoloji takiplerini 5 yaş daha erkene almaları önerilmektedir.”